Hayattan rengi alın, geriye ne kalır ki ?
Yıllar önce dinlediğim bir reklamın müziği hâlâ kulaklarımda. Değerli sanatçı Fahir Atakoğlu piyanosunun başında, tanınmış birçok isim mikrofonda şu sözleri tekrarlıyordu: “Hayattan rengi alın, geriye ne kalır ki?” Sahi, ne kalır ki geriye? Mesela maviyi alsak, o sonsuz gökyüzünün huzuru kaybolmaz mı? Ya da denizin o berrak güzelliği… Peki ya kırmızı? En tutkulu duyguların rengi değil mi, görünce bizi heyecanlandıran? Neşenin renginin sarı, umudun ise yeşil olduğunu söyler uzmanlar. Bu herkes için böyle midir?
Elimize bir fırça verseler, önce nereden başlarız boyamaya? Bir bilene sormak istedim ve renklerin duygularla harman olduğu Yeteneksiz Atölye’de aldım soluğu. Bu yazıda, duygulara fırça darbeleriyle hayat veren, her yıl biraz daha fazla kişiye sanatı sevdiren, sımsıcak kişiliğiyle Yeteneksiz Atölye’nin kurucusu, sanatçı sevgili Sibel Safetoğlu ile birlikteyiz.
Merhaba sevgili Sibel. Tabloların hangisine bakacağımı şaşırıyorum; inanılmaz büyülü bir dünya yaratmışsın burada. Tılsım seni nerede yakaladı? Seni fırçalarla ve boyalarla buluşturan neydi?
Sibel Safetoğlu:
Merhaba. Daha çocuk yaşlardaydım, sanırım 4 yaşındaydım. Ailemde resme meraklı olanlar vardı ama en çok teyzemden etkilenirdim. Onun çizdiği resimler bana hep ilham olmuştur. Her fırsatta bir köşeye çekilip resim yapmaya çalışan bir çocuktum. Bu tutku beni güzel sanatlar lisesine, oradan da Marmara Üniversitesi Resim Öğretmenliği’ne kadar taşıdı.
Bugün öğrencilerimle harika vakit geçirdiğim bir atölyeye sahibim.
Evet, Yeteneksiz Atölye! Nereden geldi aklına bu isim?
Sibel Safetoğlu:
Atölyenin kuruluş döneminde birçok insanın şu cümleyi söylediğine şahit oluyordum:
“Ben de istiyorum ama hiç yeteneğim yok.”
Aslında tam da buradan çıktı bu isim. Dürüst, samimi ve sınırları olmayan . Resim yapmak için yetenek şart değil. Doğru malzeme ve bilgiyle herkes resim yapabilir. Lütfen çekinmeyin, deneyin. Hayal gücünüz size yol gösterecektir.
Hayal gücümüzün sınırları nerede başlar, nerede biter? Sence bunun bir sınırı var mı?
Sibel Safetoğlu:
Bence yok. Hatta söz konusu sanat olduğunda, hep bir hayalin içinde yaşamak gerekiyor. Bir nesne, bir fotoğraf, bir insan, bir sohbet, dinlediğimiz bir melodi, bir kitap ya da bir şair… Yolumuza çıkan, gördüğümüz ve duyduğumuz her şey sanata ilham olabilir. Kendimizi ifade etmenin önündeki en büyük engel, koyduğumuz sınırlardır.
Sınır demişken, merak ediyorum: Sana kullanabileceğin tek bir renk versem, bu hangisi olurdu? Sence renklerin bir ruhu var mı?
Sibel Safetoğlu:
Bordo olabilir. Bu rengi görmekten hoşlanıyorum. Ama çalışmalarımda beyaz, gri ve siyah gibi tonları daha çok kullanıyorum. Her ne kadar teknik olarak renk değil, gölge olarak tanımlansa da yarattıkları sakinliği seviyorum.
Bence renklerin ruhları yok ama her insanda farklı bir his uyandırdıkları için yarattıkları etki değişken oluyor.
Bir tabloya hayat vermek oldukça uzun bir süreç. Bu süreçte eserinle bağ kurduğun ya da onunla sohbet ettiğin oluyor mu? Nasıl bir süreç yaşıyorsun?
Sibel Safetoğlu:
Her süreç çok zor geçiyor. Her eser hayatımın farklı bir dönemine eşlik ediyor, farklı anılarımı saklıyor. Bağ kurmamak mümkün değil çünkü, bazen aynı parça ile 7 ay geçiriyorum. Hayat değişken ve hareketli; hayata dair çok fazla detay oluyor. Ama çalışırken çoğu zaman günde 9 saat aralıksız tek bir zemine bakmak zorunda kalabiliyorum. Fırçamla ve düşüncelerimle baş başa kaldığım bu anlar çok kıymetli. Çözmem gereken ne varsa tablolarımın önünde çözüp rafa kaldırıyorum.
Hiç planlamadığın şekilde, belki bir fırça darbesiyle, farklı hikâyelerin içinde buldun mu kendini?
Sibel Safetoğlu:
Bir fırça darbesi değil ama bir reklam afişinde gördüğüm çizgisel bir portre beni çok etkiledi. Oradan aldığım ilhamla o çizgisel forma farklı figürler uygulayarak büyük bir koleksiyon oluşturdum.
Bugün atölyemin logosu olarak kullandığım çizgisel eser, koleksiyonumun bir numaralı eskizidir.
Başladığın bir resmi bitirememe korkusu yaşadığın oluyor mu?
Sibel Safetoğlu:
Bitirememekten ziyade vedalaşmak daha zor geliyor. Sanki hayatımın önemli bir parçasını birine veriyormuşum gibi hissediyorum. “Acaba iyi bakacak mı?” diye komik sorular sorduğumu hatırlıyorum.
Resimlerine yıllar sonra tekrar baktığında ne hissediyorsun? Senin için özel bir çalışma var mı?
Sibel Safetoğlu:
Çok nadiren eski eserlerimi görme şansım oluyor. Ama beni en çok etkileyen ve geri almak için çok uğraştığım bir resmim var: Güzel sanatlar lisesinin arşivinde saklanan, 17 yaşımda yaptığım Mona Lisa röprodüksiyonu. Benim için öyle değerli ki… Onu izlemek, tekrar o yıllara ışınlanmak gibi müthiş bir his!
Farklı karakterlere ve hayal dünyalarına sahip birçok öğrencin var. Bu durum sanatını ve yaratıcılığını nasıl etkiliyor?
Sibel Safetoğlu:
Etkilemez mi? Hayatı iki yönlü yaşıyorum. Özel atölyemde ne kadar sessiz ve içe dönük biriysem, Yeteneksiz Atölye’de öğrencilerle bol eğlenceli, çokça sohbetli ve dışa dönük bir Sibel var. Aynı gün iki ruh haline geçiş yapıyorum, bu beni çok besliyor. Atölyemin kuruluş amacı, daha önce hiç resim yapmamış insanları resimle tanıştırmaktı. Günden güne geliştiklerini ve cesaretlendiklerini izlemek müthiş bir his. Kendim resim yaparken hissettiklerimi onların yüzlerinde görmek tarifsiz bir duygu. Bu yüzden hep derim: “En büyük eserim, yeteneksizlerim.”
Biraz da herkesin heyecanla beklediği sergiyi konuşalım mı?
Sibel Safetoğlu:
Evet, bu sene bizim için çok özel. Çünkü sergimizin geliri, Pati-Sev Derneği aracılığıyla sokak hayvanları için kullanılacak. Bu yıl onlar için çok üzüldük. Yaşam şartlarının iyileşmesi hepimizin ortak dileği. Tüm öğrencilerimiz bu sergi için hazırlanıyor. 25 Aralık’ta Bamboo Park’taki sergimize herkesi bekliyoruz.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum sevgili Sibel.
Sibel Safetoğlu:
Ben teşekkür ederim.